Oftalmoloji nedir? Ve kim buldu?

Oftalmoloji nedir ve  kim buldu?

Oftalmoloji
Oftalmoloji gözün yapısı, hastalıkları ve çalışması ile meşgul olan bilim dalıdır. Eski medeniyetlerde oftalmoloji, yaygın olarak uğraşılan bir bilim dalı idi. Mısırlıların M.Ö. 1550 yılına âit Ebers papirüslerinde, ileri oftalmoloji bilgisi dikkati çekmektedir. Bu bilgilerden, eski Mısırlıların bâzı klinik târifler yapmış oldukları öğrenilmektedir.
Hipokrat’ın oftalmoloji bilgisi, kendinden çok önce yaşamış olan Mısırlılara göre çok geriydi. Daha
sonra Romalılara kadar olan devirde, Celsus’un çalışmaları dikkati çekmektedir. Galen’in de
oftalmolojiye katkıları olmakla birlikte, görmeyle ilgili olan teorisi çok yanlıştı.
Eski Yunanlıların çalışmalarını Arapça’ya tercüme eden İslâm âlimleri, bunların yanlışlarını ortaya
koydular ve yaptıkları keşiflerle, kendilerine has bir oftalmoloji anlayışı geliştirdiler. Dokuzuncu asırda
Huneyn bin İshak gözle ilgili eser yazmıştır. Onuncu asırda Ammâr ilk defâ katarakt ameliyâtını yaptı.
İslâm âlimleri, lisan olarak Arapçayı kullanmakla birlikte, Kurtuba (Endülüs) ile Bağdat arasında
yaşayan çeşitli milletlere mensup kimselerdi. Ortaçağın sonlarına doğru, Avrupa’da İslâm
medeniyetine âit kitaplar, Avrupalılar tarafından Lâtinceye tercüme edildi. Böylece Avrupa’da
rönesansın temelleri atıldı. Romaİmparatorluğunda, Salerno ve Montpellier’in okullarında, İslâm
âlimlerinin kitaplarından yapılan tercümeler okutulmaya başlandı. On birinci yüzyılda Salerno’da
öğretmen olan Constantinus Africanus, Arapça kitapları Lâtinceye tercüme ediyordu. Bu tercüme işi,
yıllar geçtikçe artan bir hızla devam etti. O zamanlar oftalmoloji, her önüne gelenin yaptığı basit bir el
hüneri durumundaydı. Seyyah pratisyen hekimler, katarakt ameliyatı yapıyorlardı. Avrupa’da ortaçağda
ismi zikredilebilecek bir göz doktoru yoktu, fakat diğer konularla birlikte oftalmolojiye de el atmış Roger
Bacon, Leonardo da Vinci gibi kimseler vardı.
Oftalmoloji, rönesansta pek gelişme fırsatı bulamadı. On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda göz
anatomisi ve görme mekanizmasının anlaşılması ile gelişmeler başladı. On sekizinci yüzyılda önemli
gelişmeler oldu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında anestezi ve asepsinin uygulanmağa
başlamasından sonra göz cerrahisi hızla gelişti, glokomun cerrâhî tedâvisi bulundu. Bilhassa 1851’de
Helmholtz tarafından bulunan oftalmoskop âleti, oftalmolojide hayal edilemeyecek ufuklar açtı. 1911’de
Gulstrand tarafından keşfedilen biyomikroskop ise, canlı gözün mikroskobik muâyenesini mümkün
kıldı.
Hipokrat’tan önce göz anatomisine ait bilgiler, teferruatlı gözlemlerden ziyâde, spekülasyonlara
dayanmaktaydı. Aristo, hayvan gözlerini inceleyerek bâzı gelişmeler elde etti. Daha sonra Galen’in
çalışmalarından faydalanmışlar, diseksiyon (inceleme için yapılan özelliği bozmayan ayırma işlemi) ve
çizimlerle çeşitli ilerlemeler kaydetmişlerdir.
On altıncı yüzyılda fizikçilerin görmeye âit yeni bilgiler elde etmeleriyle birlikte, modern göz
anatomisine âit bilgiler ortaya çıktı. 1600’de Fabricius, lens (mercek)’in gözdeki gerçek durumunu
gösterince, bugün bildiğimiz anatomik yapının temeli atılmış oldu.
Görmenin nasıl olduğu, eski zamanlardan beri üzerinde çok fikir ileri sürülen konulardan biri olmuştur.
Bu konuda Yunan filozoflarının her biri ayrı bir fikri savunuyorlardı. Galen, görmeyi meydana getiren
görme ruhlarından bahsetmekteydi.
On altıncı yüzyılın sonlarında Kepler’in çalışmaları, İbn-i Heysem’inkileri tamamladı. Kepler’le birlikte
göz, İbn-i Heysem’in ortaya koyduğu kânunlara uyan optik bir cihaz olarak düşünülmeğe başlandı.
Gözün bu özellikleri bilinince miyopluğun önemi anlaşıldı ve gözlüklerin kullanılması bunun ardından
geldi. Kepler, aynı zamanda gözün uzağa ve yakına uyumunu sağlayan akomodasyon olayını da
ortaya çıkardı. İbn-i Heysem’i tamamlayan bir diğer araştırmacı da Donders’tir (19. yüzyıl). Donders,
gözün kırma kusurlarını akomodasyon bozukluğundan ayırdı ve miyopinin (yakını iyi görme, uzağı
görememe) antitezi olarak hipermetropiyi (uzağı iyi görme) ileri sürdü. Göz fizyolojisindeki modern
bilgilerin çoğu, 19. yüzyıldaki çalışmalarla elde edildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder