Osmanlı'da Cinsellik ve homoseksüel ilişkiler

Résultat de recherche d'images pour "Osmanlı İmparatorluğu'nda eşcinsellik"
Osmanlı'da Cinsellik ve homoseksüel ilişkiler
Osmanlı İmparatorluğu'nda eşcinsellik dönem şartlarında diğer anlamıyla Osmanlı İmparatorluğu'nda oğlancılık Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşamış eşcinsellerin yaşam biçimidir. 
Osmanlı'da cinsel yönelim ve ilginin erkek erkeğe ilişki ya da erkek erkeğe seksedir.


Eski adlandırmada (lûtîlik), pasif gey erkekler (lûtî) olarak tanımlanmış, yine bireyler arasındaki ilişkidengulâmperestlik olarak bahsedilmiştir. Yine Osmanlı İmparatorluğu'nda seks işçisi eşcinsellere "hîz oğlanı" denir ve "hîz"ler devlet tarafından kayıt altına alınırlardı. Hayatını bu işten kazanan erkekler "defter-i hîzán" adlı kütüğe yazılırlardı.
Osmanlıda oğlancılıkla ilgili resmi yasalar dahi çıkmıştır.

İlk dönemler: Orhan Gazi dönemiOsmanlı'da oğlancılığın Orhan Gazi döneminde başladığı sanılmaktadır.Osmanlılara esir düşen Bizans İmparatorluğu'nun Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas Osmanlı'da eşcinsel ilişkinin çok yaygın olduğunu, özellikle Hristiyan esirlere yönelik tacizlerin çok olduğunu söylemiştir.
Dönem içerisinde adı "oğlancılık" tır. Osmanlı'da oğlancılığın I. Bayezid döneminde başladığını kabul eden kaynaklar Bayezid’in karılarından Sırp asıllı Olivera Despina’ya suç atarlar. Buna hatunun kocası için bulduğu Hıristiyan oğlanlarla başlamıştır eşcinselliğin Osmanlı’da kurumsallaşması ve saraydaki ‘iç oğlanları’ örgütlenmesinin nüvesini bu oğlanlar oluşturmuştu.
Askerlik Yeniçeri OcaklarıOsmanlı'da askerlik yaşı gelen eşcinsellerden cinsel yönelimine dair gerekçe ispatlaması istenmiyor, askerlik yapmaları için eşcinsellik bir engel olarak görülmüyordu.
Osmanlı ordusunda eşcinseller Yeniçerilere hizmet eden "civelek" olarak tanımlanmış, savaşlarda ihtiyacı karşılamak üzere civelekler taburu oluşturulmuştu.

Civelek taburunda yer alan askerlerin her birini bir yeniçeri sahiplenmiştir.
Kültür Osmanlıda köçekler
Osmanlı dönemi saray ve saltanat çevresinde yer alan, kadın kılığına girerek dans eden erkeklere köçek denirdi.
EdebiyatOsmanlı'da kadınlardan hoşlanmadığını devamlı tekrarlamış eserlerinde hep konusunu işlemiş eşcinsel şairlerden biri Enderûnlu Fâzılolmuştur. LGBT temalı "Güzel Oğlanlar Kitabı" vardır.
Ayrıca bakınızTürkiye'de LGBT tarihi
Türkiye'de LGBT hakları
İslam'da eşcinsellik
Osmanlıda Oğlancılık yasaları (Sodomi yasaları)
Köçek
Enderûnlu Fâzıl
kaynak (vikipedia)

Ayşe Hür ve Murat Bardakçı'ya göre:....
Evet bugün de farklı bir konuya değinelim dedik ve konumuz, belki de çoğu insanın bilmediği, katiyyen yasak olduğunu düşündüğü bir olay..
OSMANLI'DA EŞCİNSELLİK
'Bir kısmınızın şaşıracağı gibi tam tersine Osmanlı'da eşcinsellik ayıp sayılmıyordu, yadırganmıyordu...
Fakat 'Tanzimat'tan sonra kadın-erkek ilişkileri artmaya başlayınca, Osmanlı'da da bu ayıp sayılmaya başladı...
Konumuz Osmanlı'da Eşcinselliğin dışında 'Osmanlı'da Cinsellik, Cinsel Şakaları da barındırmakta'
Konumuza dönemin bazı kitaplarında yer alan metinlere bakarak başlayalım;
"...Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".


"...Kız Softa yani Ürgüplü İsmail Zalpaşa Medresesi'nde hemşehrisi Dağlı Hüseyin nam pelide (...) misafir olup, üçüncü gece o zalim dağlı herif hemşehri oğlancığa fiili livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir (çok büyük) olmakla Molla İsmail kan-revan bihuş (....) oldukta (olunca), gaddar herif işini tamam görmüştür...".
"...Bil ki, avratların inzal alâmetleri (boşalma belirtileri) şunlardır ki, gözleri süzülür ve er yüzüne bakmaya utanır ve alnı terler ve göğsü titrer ve ere berk (sıkı) yapışır. Ve bil kim avrat ile erin inzali bir olursa, büyük lezzet bulurlar. Ve yine bil ki, avrat ile erin menileri birbirine karışacak olursa, aralarında muhabbet çok olur...".
"...Erkek hatunun üstüne çıka ve uyluklarını kaldıra. Tamam oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp ikbal geldikte zekerini ferci içine idhal eyleye. Sonra, meni döke. Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası az olur ve zeker içinde meni kalır ve içinde kurur ve mesaneyi fasid eder (bozar) ve mesanede emraz (hastalık) hasıl olur..."
Bu ifadeler, ne yazık ki günümüzde başka bir yazar tarafından kullanılsa büyük ihtimalle toplum tarafından yargılanırdı...

Fakat bu metinler, 16. ve 17. yüzyıllarda kaleme alınmış bir kaç eserdir...

Cinsellik, Türk edebiyatının sadece Osmanlı döneminde değil, hemen her devresinde ve her biçiminde 'müstehcen, mınzır vs.' gibi kelimeler olmadan kullanılmıştır...
Osmanlı'da eşcinselliğin başladığı tarihe bakarsak;
Orhan Gazi zamanında, elimize esir düşen Bizans Başpiskoposu Gregory Palamas, Osmanlı'da sapkınlığın fazla yaygın olduğunu, Hristiyan esirlere yönelik tacizlerin fazla olduğunu anlatıyor kitabında...
Başka bir görüş ise, eşcinsel ilişkilerin, I.Bayezid döneminde başladığını bunun sebebini de Bayezid'in Sırp asıllı karısı Oliveira Despina olarak görülür...
Oliveira Despina'nın, kocası için bulduğu Hristiyan oğlanlarla başlamıştır eşcinselliğin kurumsallaşması…
Ve saray içinde yer olan bu topluluğa ‘İçoğlancılık’ adı veriliyordu...
Yukarıda yazdığımız;
"...Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".
Metni ise Kuhistan Sultanı’nın, Kabus adlı oğluna verdiği nasihatlerde geçer…
"Osmanlı'nın eşcinselliği neredeyse tarihsel ve cinsel bir norma dönüştürmesine karşılık, Cumhuriyet etiğinin, eşcinselliği kamusal söylemin dışına çıkardığını söyleyebiliriz” diye söze giren Hilmi Yavuz, Fatih Sultan Mehmed’in ‘Avni’mahlasıyla yazdığı gazellerden birinde Veyis adlı güzel bir oğlanı övdüğünü, gazelin sonunda da “Ey Avni! Talihin yaver gitti ve o sevgili misafirin oldu.


Fırsatı kaçırma; zira Veyis bin cana bedeldir” dediğini; Fatih’in bir diğer gazelinde ise Galata’daki bir kilisede görevli papazı öve öve bitiremediğini yazdığında kıyamet kopmuştu.
Bu konu da hala araştırmacısını bekliyor…
II.Selim, III.Murad ve III.Mehmed dönemlerinin tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali, dönemin eşcinselliğe bakışını ‘Mevaidün Nefais fi Kavaidil-Mecalis’ (Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları) adlı kitabında kaleme almıştır…
Gelibolulu Mustafa bu kitabında, Osmanlı da yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumlarda yaşayan erkekler hakkında kısa bilgiler veriyordu…
Örnek vermek gerekir ise;
“Edirne, Bursa ve İstanbul’un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikten onlardan ileridir” diyordu…
Örneğin “Kürt tüysüzleri, anadan doğma evbaş olanların tecrübesine göre sağlıklı, yumuşak ve uysal ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olur.
Hele bellerinden aşağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerler” sözlerine de yer veriyordu…
Osmanlı'da eşcinselliğin bitmesi, ayıp sayılması ise başta da belirttiğimiz gibi tanzimat döneminden sonra olmuştur…

Dönemin alim ve resmi tarihçisi, Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat adlı eserinde bu olayı şöyle özetlemiştir;
"...Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı.
Oğlancılık sanki yere battı.
İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi.
Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Kâğıthane seyri daha fazla rağbet buldu.
Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı.
Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kâmil ve Âli Paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı..."
Eşcinsellikten sonra normal ilişkilere dönmek gerekirse muhtemelen ele alabileceğimiz en büyük eser yine Kabusnamedir…
Kitap 1082 yılında yazılmıştır fakat 15.yüzyılın ilk yarısında Osmanlıya girdiği için örnek olarak alıyoruz…
Ve kitabın 15.bölümünde seks hakkında ‘Cima’ olarak şöyle deyiniliyor;
“Ey oğul şöyle bil ki, cima etmek dünyanın en lezzetlerinden ulu bir lezzettir, ama bunun lezzetine aldanıp çok meşgul olma ki, vücudunun temeli gedik almasın. Eğer kendini yenemezsen bari sevdiğinle cima et ki, sevgin zarar görmesin. Zira sevgi sıcak, cima soğuk bir harekettir. Şüphesiz ki soğuk sıcağı bozar.Arzunu sevdiğinle de yenemezsen, bari sarhoşken cima etme Zira cima sırasında zihinde bir tad meydana gelir. Eğer zihinde şarabın doğuduğu düşünceler varsa, kişi ne cima ettiğini bilir ne de lezzetini alır. Ama çaresiz kalırsa mahmur olduğu sırada cima etmeli ki, zevkini anlasın. O da günde bir kere gerek. Kişinin, bulduğunca bunamaması gerekir. Her ele geçirdiğinde cima hayvan işidir, böylece insanla hayvan arasında ne fark olduğu bilinir ve “Bu insandır bu, bu hayvandır” denir…
Ve ondan sonra: Hizmetkarlar iki türlüdür. Yani karın ve cariyen. Meylin daima bunlardan birne olmasın, yoksa ikisinden biri sana düşman kesilir.
Her ikisini beraber gözetirsen, hem cariyen hem de karının hizmetinden iki kat zevk alırsın…”
Cinsel şakalara geldiğmizde ise göze ilk çarpan kişi ve belki de dünya çapında en ünlü hazırcevaplarımızdan olan ‘Nasreddin Hoca’
Nasreddin Hoca hakkında yazılan bir kitabın bölümünde hocaların cinsel fıkralarına açık açık yer veriliyor…

Bu şekildeki öykülerin kaydedildiği ve 16.yydan kaldığı sanılan elyazmalarından biri, Hollanda’nın Groningen Üniversitesi'nde (Cod.Gron a g 8) saklanyor…

Metin ilk kez K.R.F Burill tarafından bilimsel bir dergide Türkçe olarak yayınlanmıştır…
Birkaç örneğini de verelim;
“Nasreddin Hoca, bir gün vaaz ederken demiş:”Müslümanlar varın Tanrı’ya şükredin ki g…..ü alınlarınızda yapmamış. Ya alınlarınızda olsaydı?
Her gün yüzünüze yapar mıydınız?”
“Nasreddin Hoca’ya bir gün avratı, “Ben gelinceye kadar oğlana göz kulak ol” demiş.
Annesi gidince, oğlan ağlamaya başlamış. Hoca oğlanı dizlerinin üzerine almış, çocuk Hoca’nın üzerine işeyince Hoca da oğlanın kafasına sıçmış.
Bu sırada hocanın karısı geri dönmüş:
-Bre deli, nedir bu?
-Bre a….ğını s…ğım, şu kadarcık oğlanın altında kalır mıyım?”
(Arkadaşlar bu fıkraların daha açık versiyonları var buraya yazmaya açıkçası biraz utandım, belki cinsel olarak bunları yazmak sizi etkilememiş olabilir, Ama bildiginiz gibi o zamanın eşcinsel ilişkilerini minyatur sanatında açıkca işleyip çizerek mecmualarda yayımlanmasına karşın biz şimdi bu kadar yıl sonra bu blogda b o resimlere sansür koymak zorunda kalıyoruz)


Yine Osmanlı’da yazılan “Hubanname (Güzeller Kitabı” adlı kitapta etnik, ırksal olarak kadınlar anlatılır, ne kadar güzel olduklarına, nasıl yaşadıklarına değinilir, nelerden hoşlandıklarından bahsedilir;
HİNT GÜZELLERİ: Ey başı yükseklerde olan ve Hind beniyle siyah bir yıldız gibi duran güzel... Hint memleketi sıcaktır, orada insan beyaz kalamaz. İçleri soğuk olduğundan, şehvetleri de bozuk. Güzelleri kara-kuru, naz etmekte de hayvan gibiler…
ACEM GÜZELLERİ: Uzun boy, büyüleyici göz, yay gibi kaşlar, kırmızı yanaklar ve yuvarlak çehre, Acem ülkesine düştü. Hepsi, güzellikleri sayesinde birer hisseye sahip... Herbiri sitem etmenin, nâzın ve etrafı karıştırmanın üstadı... Gamzesi etkileyici, gözü alaycı, naz ve niyaz üslubunun aşinaları onlar... Kişi ç...nü onun canına soksa, cahilcesine "Baba, ne yapıyorsun?" diye sorar…
BAĞDAT GÜZELLERİ: Pek cefacıdır o asi, aşığına imdat etmez. Kırmızı yanakları, dudakları, şaraptan daha naziktir. Kaşları simsiyahtır, saçının kıvamları gecenin karanlığı gibidir.
Yarınlar, onun hiçbir lufunu görmemiştir. Yarınlar için verdikleri sözler hep yalandır…
MISIR GÜZELLERİ: Mısır memleketinin kadın ve oğlanları, asrın insanının yeni bir oyuncağı gibi... Uykulu gözleri hasta, beyaz tenleri kılsız...Güzellerin çenesinde çukurlar var, bazısı da Hazreti Yusuf kadar güzel... Konuşma ve işvede kabiliyetleri üstün, gönülleri yakıcı...
ZENCİ GÜZELLERİ: Ey gecenin rengi gibi benli, güzelliği gizli olan Zengi'nin genci!... Yanakları sade de olsa, yüzü tebessüm de etse, aşığın gözü kör olmadıkça öpülmeye lâyık görülmezler... İsimlerine "Mercan" deyelim, ama onunla birlikte olmayı kim kabullenecek? Sadakatleri meşhur, kahraman, sevimli ve vakurdurlar; isimleri görünüşte değişiktir ama içleri baştan başa bir cevherdir... Fakat anlayış gözü kör mü acaba? Parlak gündüz ile gece bir mi? Bırak, onları hatırlamasak daha iyi olacak... Geriye kalanları bir tütsü kabına koysak, hepsi anber olur...

ŞAM GÜZELLERİ: Şehirlisi ay gibidir, çölde yaşayanı hâle misali yan çizer. Beyaz çehreleri mumu andırır. Bellerinde hançer, kılıç ve tabancayla sanki her biri bir meydan kahramanıdır... Ama fiilî livatanın ne olduğunu bilmezler, o zevk onlara kısmet olmadı...

ANADOLU GÜZELLERİ: Ey Anadolu'nun servi boylusu olan güzel!, .. Seni sarmaya iki kol dahi yetmez... Bunlar adetlerine bağlıdır, yaratılışları sırasında aldıkları özelliklerini daima korurlar. Yani ne cilve, ne edalı yürüyüş, ne de kötü söz bilirler... Hepsinin budala yaratılışlı olmasının, aslında yüz sebebi var ama çoğu cennetlik... Ham vücutları da pişmemiş, endamları kaba... Yüzü ay gibi olsa bile, cansız bir şekli ne yapayım? Cisminin kabalığı, resmini bile uygunsuz kılıyor...
İSTANBUL GÜZELLERİ: Dünya sanki bir kitap, İstanbul da onun fihristi... Bazan insan harmanı yapıldı burada, bu yüzden her cinsin tohumu var... Bütün dilberlerinin bukalemun gibi renk değiştirmesinin sebebi de, işte bu... Uykulu tavırlı, edalı, güler yüzlü, tatlı seslidirler... Kadın gibi, bilmem ne gibi kırıtarak yürürler... Nazik boyu ince bir fidanı, yanağı ve yüzü sonbahar yaprağını andırır.
Güzelleri birbirine benzemez, üstelik renkleri de değişiktir ama hepsi naz ve niyaz ehli, aydınlık çehrelidir. Naz ve sitemde ustad, çevir ve cefa etmeye alışıktırlar. Ona Karun kadar mal harcasan, ne kadar sihirler, füsunlar yapsan, ciğerini önüne koysan, binbir vade ile kucağa gelir ama yine de göğsünü kırar, geçirir... Kimi hafız, kimi molla, kimi şair, kimi de seçkinin de seçkini...
ÇİNGENE GÜZELLERİ: Dilberleri hoşça, yüzleri esmerdir... Musiki onlara Allah vergisidir. Hareketleri anlamlı ve ölçülüdür. Sesleri nazik ve gevrek, sözleri şerbetten lezzetlidir. Onlarla gizlice "alışveriş" yapmak mümkündür... Birçok bahaneyle kapıya gelirler...

İSPANYOL GÜZELLERİ: İşvenin mucidi, dünyanın belasıdır İspanya... İnsana şevk ve zevk veren çehreleri ak olur... Boyları uzun, güzellikte müstesnadırlar. Saçları ve kaşları gece rengindedir... Ama aşağılık olur o millet... Huyu, Yahudi gibidir... Gerçi Hristiyandırlar ama, Yahudi gibi konuşurlar...
FRANSIZ GÜZELLERİ: Afet gibiler ama zevkte beceriksizler... Bahar günleri geçip gider, kimseler
e kavuşma ümidi vermezler... Göz, onlara bakmayagörsün... Hemen yere indirirler gözlerini...

Bu liste böyle uzar gider, daha farklı ırklar ve kökenlerde ele alınır ‘Güzellik Kitabın’da…
Bu kitap döneminde elden ele dolaşmış, bir çok benzeri de yazılmıştır bunlardan biri yine ‘Zenanname (Kadınlar Kitabı)dır..
TATAR KADINLARI:Aslında anlatılmaya lâyık değiller... Cadı yüzlü, maymun suratlılar... O garip yaratılış, cinslerine mahsus.
Kadınları nasıl çirkinse, oğlanları da çirkin... Artık bilmem, hangisi ötekinden daha çirkin...
RUS KADINLARI: Bu millerin kadınlarının hepsi çirkin olur... Sarı yüzlü, mavi gözlü, uğursuzlar... Kiminin vücudu beyaz kar gibi, dili de soğuk yılan... Hepsi, bir-iki bin kocaya sahip fahişeler... (Sanırsam burada Rusların güzelliği daha kavranılmamış :) )
YENİ DÜNYA (Amerika) KADINLARI: Ey ümid bağında yürüyen ve işve bahçesinde yeni dünya gibi olan güzel!.. Yeni dünya kadınları çirkin suratlı, hayvana benzer avratlardır... Zaten çoğu çok yaşamaz, ölür, gider... Ama cimayı çok arzu ederler, şevhet onlarda galip gelmiştir...

Zenanname’de ise daha acımasız yaklaşılmıştır…
Osmanlı’da cinsellik hakkında en çok bilgi verilen kitap ise ‘Bahname’adlı eserdir..
Arapça sözlükte “Bah” kelimesi şehvet anlamına gelir, ”Name” ise kitap demektir.
Türkçe’de “Cinsel konulardan bahseden kitap” anlamına gelir…
Bahname terimleri... Bahnamelerin, kendilerine özgü bir "teknik dili" vardır. Kullanılan terimlerin ne oldukları bilinmeden, metinlerin anlaşılması oldukça güçtür. Terimlerin ilaçlarla ilgili olanlarının çoğu, eski tıpta kullanılan sözcüklerdir. Örneğin "edviye" ilaç", "tila etmek" ilacı sürmek demektir. "Macun", merhemdir. "Şurup" ise bildiğimiz şuruptur ama öksürük veya soğuk algınlığı benzeri rahatsızlıklar için değil, kudreti arttırmak amacıyla kullanılırlar.
İlişkiyi konu alan terimlerin bir bölümü edebî metinlerde de geçer, bir bölümü ise yalnızca bahnamelere mahsustur. "Cima" cinsel ilişki, "civan" erkek, "mahbube" kadındır. Kadından "avrat" diye de söz edilir. "Zeker" erkeğin, "ferc" kadının cinsel organıdır. "Ferc-i murassa" veya "mevzi-i ziba" dendiği de olur.

Bahnamelerin kahramanları, "mahbube" ile "civan"dır._Mahbube Arapça ve "Kadın sevgili" anlamına geliyor. "Civan" ise Farsça "Genç, delikanlı" demek. Bahnameleri yazanlar, öyle sıradan kişiler değil. Aralarında, İslam tarihinin en ünlü bilim adamları var.Örneğin tanınmış tıp bilgini İbni Sina'dan (ölümü: 1037) astronominin "babalarından" sayılan Nasreddin-i Tusî'ye (1201-1274) kadar, çok sayıda bilgin, bahname kaleme almışlar. Özellikle Tusî'ninki artık klasik olmuş bir eser.

İstanbul Üniversitesi Kitaplığının Türkçe Yazmalar bölümünde yer alan ‘Bahname-i Padişahi’ kitabında aynen şu cümleler yazar;
Esirgeyen, bağışlayan Allah'ın adıyla...
Ölçülemeyecek derecede hamd ve şükür, O'nadır. Bizleri yarattı, nimetlendirdi, saadet verdi ve hikmetinin örneklerini gösterdi.
Tus'lu Nasreddin'in eski bilginlerin sırlarını keşfeden bu kitabı yazmasına, Gazan Han'ın oğlu Ebu'l Muzaffer Han'ın hastalığı neden oldu. Muzaffer'e aniden, felce benzeyen bir tembellik geldi. O güne kadar dünyanın en hoş, en güzel kızlarıyla birarada bulunmuştu ama, hastalığından sonra bunların hiçbirinden zevk almaz oldu. Nasreddin'e haber verdiler, bir kitap yazmasını istediler, "hacmi küçük ama yaran fazla olsun, insan bedenine yarayacak bilgileri içersin ve Muzaffer'i eski sağlığına kavuştursun" dediler. Nasreddin, büyük bir dikkatle eskiden yazılmış tıp kitaplarını inceledi, kendi zamanındaki uygulamaları gözden geçirdi ve bu kitabı yazarak, adını "Bahname-i Pâdşâhî" koydu. Okuyanların benliklerine safa, ve ruhlarına gıda sağlamaları temennî edilir.

Şiir: "Bu öyle bir kitaptır ki her bir sayfası güle benzer, özenilerek yapılmış hoş bir süs, mercan gibidir. İçerisinde anlatılanlar şurdan burdan toparlanmış bilgiler değil, hikmettir. Lâyık olmayanlara ne göster, ne de bahset...".
Yüce Allah, insanoğlunu yokluktan yarattı ve çiftleşmekte birbirine muhtaç kıldı. En seçkin varlık olan insanı, akıl ve kerametle şereflendirdi, bitkilerle hayvanlardan elde edilen en hoş gıdaları insana tahsis etti, derken insanoğlu birbiriyle çiftleşmeye mecbur oldu.

Bu bahname, 18 fasıl üzerine tertib edildi:
1. İnsanların özellikleri ve mizaçları.
2. Müfredat (basit) gıdalar.
3. Gücün artmasını sağlayacak basit ilaçlar.
4. Mürekkeb (bileşik) gıdalar: İnsan mizacına yararlıdır. Üstelik gevşekliği ve felci bile ortadan kardırır, kişiyi güçlü kılar.
5. Kanı temizleyen ve gücü arttıran içecekler.
6. Dertleri atıcı, düşünceyi temizleyici, mideye kuvvet verici hazım ilaçları. Bunlar aynı zamanda balgam ve safrayı yokeder, cinsel kuvveti arttırır.
7. Beldeki burudeti (soğukluğu) ve azalardaki (organlardaki) rutubeti defedici, safrayı ve balgamı yokedici;

gücü arttırıcı hoşaflar.
8. Hukne (tenkiye) usulleri.
9. Dört mevsimde giyilecek elbiseler ve kullanılacak kuşaklar.
10. Cinsel ilişkinin vücuda zarar vermeden yapılmasının yöntemleri.
11. Erkeğin cinsel organına sürüldüğünde organı sert ve güçlü yapacak ilaçlar.
12. Cinsel organın boyunu uzatacak ilaçlar.
13. Ayak parmağı arasına sürüldüğünde cinsel gücü arttırıcı ve ilişkide ne kadar çok bulunulursa bulunulsun, kişinin asla yorulmamasını sağlayıcı ilaçlar.
14. İlişki sırasında ağıza alındığında, erkeğe zevk verecek ilaçlar.
15. İlişki sırasında iki tarafa da zevk verecek ilaçlar.
16. Avratları bakire gibi yapacak, ama hararetten cima edemeyecek hale getirici ilâçlar.
Bahnameler, 18. yüzyılın sonlarına doğru, artık içlerinde tıbbî konuların yer almadığı bir 'pozisyonlar kitabı" halindedir. Konu, hiç bir sansüre uğratılmadan yuzılmfştır. Önceleri elyazması halinde elden ele dolaşan bu tür bahnameler, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından sonra, baskı olarak ortaya çıkarlar, İstanbul'da yayınlananların yanısıra, bir kısmı İran Azerbaycan'ında basılıp Osmanlı ülkesinde dağıtılır. İçlerindeki resimler sadece şark çizimi değildir. O dönem Fransa'sından alınma görüntüler de vardır. Başında sarığıyla sedir üzerinde aşk yapan bir doğuluların yanısıra redingotlu, uzun saçlı ve Avrupalı oldukları her hallerinden anlaşılan erkeklere de rastlanır. Bazen pelerinli, bazen de üzerlerinde Avrupa modasına uygun elbiseler bulunan kadınlar, kimi zaman barok, kimi zaman da rokoko tipindeki binalarda, erkeklerle ilişkide görünürler. Resimlerle ilgili Osmanlıca ifadeler ise, görüntülerle tam bir tezat oluşturur.

Aşağıda, üzerinde basım yeri ve yılı bulunmayan, ancak 19. yüzyılın ilk yarısına ait olduğunu sandığımız bir bahnameden bazı bölümler yer almaktadır…
Günümüzde sadece bir mizah duygusu uyandıracak olan bahnamenin dilinde çok az değişiklik yaptık...
BAHNAME "...Cimanın hey'et-i şekli hasebiyle etvân (cinsel ilişkinin görüntü açısından biçimleri) altı tavır üzerine mukassemdir (altıya ayrılmıştır):

1. İstilka (yatarak yapılan cinsel ilişki)
2. Kuud (oturarak yapılan cinsel ilişki)
3. Iztıca (yan yatarak cinsel ilişki)
4.İntiba (yüzüstü yapılan cinsel ilişki)
5.İnhina (eğilerek yapılan cinsel ilişki)
6.Kıyam (ayakta yapılan cinsel ilişki)
İSTİLKA (Yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani mahbube (kadın) arkası üstüne yatıp mücamaat olunmaktır (ilişkide bulunmaktır). Cima vadilerinde mütevatir olan (anlatılan) vadi odur ki ekser halk (halkın çoğu) bu güna (bu şekilde) cima etmeyi bilip, gayrilerini (diğerlerini) bilmezler. Ve bu istilka on nev’ (çeşit) üzerine olup:
EVVELKİ: Mahbube arkası üzre yatıp bacaklarını göğsüne doğru kaldıra ve erkek dahi uyluğu arasına girip ayağı parmaklarının üzerine dura. Mahbubenin karnı üstüne düşüp sıklet (ağırlık) vermiye. Hemen sarılıp öpe ve kemal mertebe (olgunluk derecesinde) hırs ve ikbal (mutluluk) gösterip dilini tutup ve dudaklarını ısırıp burun nağmeleri ve boğaz sadalarıyla zekerini (aletini) fercine ithal eyleye. Ve kellesi zahir olunca (görününce) çeke ve yine tekrar soka. Ve bu minval üzre inzal olunca (boşalınca) hareketten ve kucaklayıp inip çıkmaktan hâlî olmaya (vaz geçmeye). Tâ ki lezzet-i acib (acayip lezzet) ve şehvet-i garib (garip şehvet) ile inzal ola. Bu gûnâ (şekilde) cimanın ismine "niyku'l-ade" derler. Adetçe (alışıldığı gibi) cima demek olur.


İKİNCİ: Yine mahbube arkası üstüne yatıp bacaklarını dahi vucudla adet üzre kaldıra ve erkek dahi üstüne uzanıp zekerini karnına yahud kasığına dayaya. Bu hıynde (bu sırada) şehvet hasıl olup zekeri kuvvet ve salâbet buldukta (sertleştiğinde) hemen var kuvveti pazuya vererek zor ve şiddet ile öyle hamle eyleye ki mahbube dahi sadmesine tahammül edemeyip kâh aşık-ı biçare-i dilhune (gönlü kanlı çaresiz aşık) gibi eğile ve kâh hevay-i aşk-ı deruni (derin bir aşk havası) ile ateş alan biçare gibi ah edip ızdırab ederek yine kemal-i lezzetinden (olgunluğa ulaşmış lezzetten) balkıyıp (oynayıp) yana. Bu minval üzre (bu şekilde) kâh sükunet ve kâh hareket gösterip tamam inzal olmaları (boşalmaları) karîb olunca (yaklaşınca) beraber inzal olup (boşalıp) bir lezzet hasıl eyleyeler ki onun fevkinde (üzerinde) bir leziz (lezzetli) inzal (boşalma) olmaya. Bu misillû (şekilde) cimanın ismine "muadde" derler. Yani pekâlâ cima demektir.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube arkası üstüne yatıp iki ellerini baş altına koyup ve ayaklarını göğsüne ulaştırıp gya (sanki) tortop olup yata. Erkek dahi mahbubesine sarılıp göğsünü göğsüne ve zekerini fercine dayayıp aheste (yavaşça) yerleştirip mahbube fercini yukarı kaldırdıkça erkek dahi kendine çekip tamam yerleştirdikte (yerleştirince) zekere şırrak şırrak vurarak varıp gele. Bu hal ile ikisi dahi inzal olup (boşalıp) le'zzet-i tam hasıl edeler (tam lezzet elde edeler). Bunun ismine "tıyyu'l-musaddi" derler.



DÖRDÜNCÜ: Mahbube arka üstüne yatıp bir ayağını yukarı kaldıra. Izhar-ı şehvet edip (şehvetini gösterip) erkek dahi arasına girip şehvet-i tam (tam bir şehvet) hasıl olunca zekerinin kellesini fercinin aralığına eriştirip bir miktar dura. Bu gayet leziz olmakla mahbubenin kemal-i şehvetinden (şehvetinin en üst derecesinden) gözleri dönüp diye ki: "Canım, sabra mecalim kalmadı. Lütfet yavaşça yavaşça yap ki iş tamam olup bigâne gibi taşrada (dışarıda) birşey kalmaya" diyerek yine sevinerek sanla ve tâb-tıraş yerleştirip ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i muhalif derler.

BEŞİNCİ: Mahbube arka üstüne yatıp belinin altına yastık koya ve ayaklarını başına beraberce çekip ve dizini kaldıra Ve erkek dahi
kendine geldikte (gelince) zekerinin başını tükrükleyip dayaya. Ve mahbubenin omuzu başlarından tutup busesini alarak ve kucaklayarak yerleştire ve kemâl-i safasından (zevkinin en üst derecesinden) burun nağmeleri ederek arz-ı muhabbet eyleye (sevgisini göstere). Mahbube dahi altında inleyip ağlaya ve "İncittin zalim" diye niyazkârâne (yalvarırcasına) şekva ederek (ağlayarak) g...nü yukarı kaldırmaktan hâlî olmaya (vazgeçmeye). Ve erkek dahi uylukları üzerine şırrak şırrak vurarak varıp gele. Eğer dilerse zekerini çıkarıp temiz sile ve yine derhal ithal eyleye. Bu günâ maslahat ile (bu şekilde iş ile) mahbubeler erkek gönlünü ala. Zevkyâb olmaya sebeptir (zevk almaya sebep olur). Bunun ismine "beyti" tabir ederler.

ALTINCI: Yine mahbube arka üstüne yatıp uyluğunu kaldıra, dahi koltuğuna doğru döne, ferc-i zibası (süslü organı) tamam kaz göğsü gibi meydana çıkınca erkek dahi var kuvveti pazuya getirip zekerini çıkartıp fercine ithal eyleye. Mahbube dahi göğüs vererek ikisi beraber inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "aklabî" tabir olunur.
YEDİNCİ: Mahbube dahi arka üstüne yatıp ve erkek dahi üstüne çekip mahbubenin bacaklarını omuzu başlarına beraber kaldıra. Dahi zekerinin başını ferc-i zibanın ağzına sürüştürüp tamam kıvam hasıl olunca (kıvama tam olarak gelince) hemen içine ithal eyleye. İnzal olmaya yakın olunca çekip zekerini bir temiz sile ve yine ithal eyliye. Bunun ismine "niyk-i muberred" tabir olunur.
SEKİZİNCİ: Mahbube ayaklarını uzatıp otura. Erkek bacağının arasına girip ve zekerini dahi fercine ithal eyleye. Ve mahbube dahi nazikane (nazik şekilde) şiveler edip soluyarak yata ve ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i Acem" derler.

DOKUZUNCU: Yine mahbube arkası üste yatıp uyluklarını kaldıra ve önüne çekip omuzu başlarından tuta. Şehvet-i tam hasıl olunca zor ile zekerini ithal eyleye. Mahbube dahi burun nağmeleri ederek naz ve şive ile ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "kalbus's-safı" derler.
ONUNCU: Mahbubeyi arkası üstüne yatırıp bacaklarını kaldırıp ve erkek dahi ara yerine girip mahbube

bacaklarıyla erkeği ardından dahi kucaklayıp sarıla. O dahi mahbubeyi omuz başlarından tutup zekerini fercine koya. Ve ikisi dahi varıp gelerek inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i müellif derler.
Şeklinde cinsel pozisyonlar hakkında bile bilgiler veriliyordu…
Bahnamelerde başka bir bilgi ise ‘Cinsel ilaçlar’ bölümüydü;
Yüce Allah, insanoğlunu yokluktan yarattı ve çiftleşmekte birbirine muhtaç kıldı. En seçkin varlık olan insanı, akıl ve kerametle şereflendirdi, bitkilerle hayvanlardan elde edilen en hoş gıdaları insana tahsis etti, derken insanoğlu birbiriyle çiftleşmeye mecbur oldu.
Bu bahname, 18 fasıl üzerine tertib edildi:

1. İnsanların özellikleri ve mizaçları.
2. Müfredat (basit) gıdalar.
3. Gücün artmasını sağlayacak basit ilaçlar.
4. Mürekkeb (bileşik) gıdalar: İnsan mizacına yararlıdır. Üstelik gevşekliği ve felci bile ortadan kardırır, kişiyi
güçlü kılar.
5. Kanı temizleyen ve gücü arttıran içecekler.
6. Dertleri atıcı, düşünceyi temizleyici, mideye kuvvet verici hazım ilaçları. Bunlar aynı zamanda balgam ve safrayı yokeder, cinsel kuvveti arttırır.
7. Beldeki burudeti (soğukluğu) ve azalardaki (organlardaki) rutubeti defedici, safrayı ve balgamı yokedici; gücü arttırıcı hoşaflar.

8. Hukne (tenkiye) usulleri.
9. Dört mevsimde giyilecek elbiseler ve kullanılacak kuşaklar.
10. Cinsel ilişkinin vücuda zarar vermeden yapılmasının yöntemleri.
11. Erkeğin cinsel organına sürüldüğünde organı sert ve güçlü yapacak ilaçlar.
12. Cinsel organın boyunu uzatacak ilaçlar.

13. Ayak parmağı arasına sürüldüğünde cinsel gücü arttırıcı ve ilişkide ne kadar çok bulunulursa bulunulsun, kişinin asla yorulmamasını sağlayıcı ilaçlar.
14. İlişki sırasında ağıza alındığında, erkeğe zevk verecek ilaçlar.
15. İlişki sırasında iki tarafa da zevk verecek ilaçlar.
16. Avratları bakire gibi yapacak, ama hararetten cima edemeyecek hale getirici ilâçlar.
17. Avratların hamile kalmamasını, daima bakire gibi olmalarını sağlayıcı ilaçlar.
18. Hamile kalmayan avratlara verilecek ilaçlar.
Diye farklı şekilde ilaçlara, nasıl tedavi uygulanacağına kadar bilgiler veriliyor Bahnamelerde…
İşte Osmanlı da eşcinsellikte, sekste, cinsel ilaçlarda, şakalarda anlatılıyor bu şekilde ilerliyor, hiç kimse hiç kimsenin cinsel hayatına müdahale de bulunmuyordu…
YARARLANILAN KAYNAKLAR:Vikipedi
Ayşe Hür (Radikal ‘Osmanlıda Eşcinsellik)
Murat Bardakçı

insanhttps://www.facebook.com/insan-1619324298340133/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder