Osmanlı Türklere ‘Etrak-ı bi İdrak’
(akılsız türk) derdi,
Osmanlı hayranlığı tarih bilmemekten’
(akılsız türk) derdi,
Osmanlı hayranlığı tarih bilmemekten’
Tarihin izinde genç bir delikanlı Ahmet Karakuş… 1934 yılında Artvin’in Ardanuç beldesinde doğan Karakuş, zorlu bir hayat mücadelesinin içinden sıyrılıp gelmiş bir isim. Araştırmaları ve tarih alanındaki çalışmalarıyla özel bir yere sahip. Antalya’da yaşayan bir yazar Karakuş ve bir kent için gurur kaynağı.
Cumhuriyet’in bugün geldiği durumdan rahatsızlık duyduğunu dile getiren Karakuş, en büyük korkusunun halkımızın Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet devriminin kazanımlarını unutması olduğunu belirtti.
1972 yılında Mamak Cezaevinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanıştınız. O döneme ilişkin unutamadığınız bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?
Ürgüp Halk Evi başkanıyken 12 Eylül’ün meşhur muhalifleri toplama kampanyası neticesinde cezaevine girdim. Bir ihbar ve iftira sonucu 1972 yılında Mamak Cezaevine gönderdiler. Beni orada bir numaralı koğuşa koydular. Koğuşlar aşağı yukarı 16-17 kişiydi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise hücrelerde kalıyordu. Nadiren de olsa hücrelerde kalan mahkumlarla sohbet imkanımız oluyordu. Benim Deniz Gezmiş'le çok fazla bir diyaloğum olamadı maalesef. Çünkü; kısa bir süre sonra idam edilmişlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam Gazeteci arkadaşı Oral Çalışlar çok sık ziyaret ederdi. Benim o döneme ait unutamadığım anı ise Denizlerin savunma notları bizlere gelirdi. Onlara daktilo verilmediği için savunmalarını ben ve yine yanlış hatırlamıyorsam Mustafa Yalçıner birlikte hazırlamıştık. Zaten kısa bir süre sonra benimle alakalı mesela anlaşıldı ve cezaevinden çıktım. Kısa süre dediğime bakmayın toplamda üç seneden fazla cezaevinde kaldım. O sürede de biriktirdiğim para tükendiğinden büyük maddi zorluklar yaşadım. Bakmam gereken bir ailenin olması da beni zorlamıştı. Sekiz sene İstanbul'da kaldım şansımın da yardımıyla onarım ve bakım işlerinden hatırı sayılır bir kazanç elde ettim. Aile sorumluluğu ve yaşam şartları beni zorunlu olarak devrimci mücadelenin dışında tuttu. Tüm bunların dışında okumaya ve araştırmaya meraklı bir insandım. Devrimci arkadaşlarla tanışmadan önce de çok okurdum. Deniz Gezmişlerle olan ilişkim ise bu şekilde vuku buldu.
Tarihin izindeki yolculuğunuzda Türkiye toplumunun tarihle olan bağının yeterli düzeyde olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle böyle bir düşünceye sahip değilim. Çünkü bugünü anlayabilmek için geçmişe gitmek ve Türklerin kökenine bakmak zorundayız. Geçmişte kendimize ait tarihi bir belgeye sahip değiliz. Biz dedemizden ötesini pek bilmeyiz toplum olarak. Türkler tarihte göçer bir toplumdu. Bu yüzden Orhun Anıtları dışında fazlaca bir kaynak yok elimizde. Çin yıllıkları olmasa Hunların varlığından dahi haberdar olamazdık. Kendilerine yapılan saldırıları ve kendi yaptıkları işleri bu yıllıklara not etmişler. Türklerin yaşam tarzı neydi? Çünkü bir çete birliğinden, bir devlet birliğine geçiş söz konusu. O dönemde Türkler göçer toplumların doğası gereği bir soygun ekonomisine dayanıyordu. Maalesef biz Türkler hakkındaki bilgileri başka milletlerin kaynağından edinmek zorundayız. Çinliler yıllık yazmış, Arapların çok iyi gezginleri var ve yine Bizans’ta yıllıklarla karşılaşıyoruz. Bunlar halen daha yeteri biçimde araştırılmış değil. Eğer iyi bir araştırma yapılırsa geçmişimize ilişkin yeni gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyorum.
“Türkler Osmanlı'da Çingene Sayılırdı, Osmanlı Türklere ‘Etrak-ı bi İdrak’ derdi”
Son yıllarda ise gerçekten anlam vermekte zorlandığım bir eğilim var. O eğilim Osmanlı hayranlığı. Bu tavır bile tarih bilincimizin ne denli yetersiz olduğunun kanıtı niteliğinde. Bir kere Osmanlı'nın bilginleri dahi tarihi kayıtları Türkçe tutmamıştır. Osmanlı da Arapça Abdül Necip bir dil sayıldığından Arapça kullanılıyordu ve pek tabi farsça da sıkça kullanılan diller arasındaydı. Bu tutum Türkçenin gelişmesine engel oldu. Zaten Osmanlı'da Türkler çingene sayılırdı. Bu cümleyi çingeneleri aşağılamak adına kurmuyorum. ‘Etrak-ı bi idrak’ yani ‘Akılsız Türk’ denirdi. Tarihi konulara bir türlü bilimsel çerçeveden yaklaşamadığımız için belirli gerçekleri göremiyoruz. Zaten meselenin gerçeklerle yüzleşmek olduğunu da düşünmüyorum. Milletçe işin popüler boyutlarıyla daha haşır neşiriz.
“Mezar taşları hikayesi büyük bir yalan”
Gelelim bir diğer popüler konuya Osmanlıca öğrenmeliyiz çünkü dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz. Bakın ben o dönemin çocuğuyum ne Annem nede Babam okuma yazma bilirdi. Hangi dededen ya da mezar taşından bahsediyorlar o dönemde doğru düzgün bir mezar yeri bile yoktu Anadolu’da. Gerçek sorunlarımızı bulanıklaştırıyorlar. Bugün insanımızda doğru düzgün bir tarih bilinci yok. Mezar taşları hikayesi büyük bir yalan. O dönemin insanı okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra doğru dürüst Anadolu’da mezar yerleri yapılmaya başlandı. Kısacası coğrafyamızda geçmişe yakın bir akıl tutulması yaşıyoruz. Bugün bir Mısırlıya gidin kendi tarihini pek fazla bilmez. Ancak bir Fransız vatandaşına Mısır tarihini sorun sizi az çok aydınlatacaktır. Aynı şey bizim insanımız için de geçerli. Bugün kaç kişi Ota Asya’da bize devlet diye öğretilen yapının bir kabileler konfederasyonu olduğunu biliyor. Avrupa insanı meraklı biz kendi coğrafyamızda bulunan Sümer medeniyetinden dahi bihaberdik. Asurlar, Sümerler ve Persler bunlar büyük medeniyetler. Neden bu medeniyetlere ait eserler Fransa’da Louvre müzesinde ya da Amerika’da Metropolitan müzesinde sergileniyor. Bu nedenleri sorgularsak bizim için daha isabetli sonuçlar ortaya çıkacağına eminim.
Cumhuriyetimizin bugün geldiği nokta ve Muhafazakarlık hakkında neler söylemek istersiniz?
Cumhuriyet devrimi insanımız açışınsan büyük bir kazanımdı. Atatürk o dönemde ülkenin kalkınması için 12 tane büyük çiftlik ve kooperatif kurdurtmuştu. Yani toplumsal hayata etkileri kılık ve kıyafet gibi gelişmelerin yanında ekonomik atılımlarda yapıldı. O anlayış devam ettirilse idi bugün hayvan ithal eder duruma gelmezdik. Mustafa Kemal 1930 ve 1935 arasında beş yıllık bir kalkınma planı hazırlamıştı. Şimdiki yazarlar bunlardan bahsetmez. Varsa yoksa aşk meşk hikayeleri yazsınlar. Bakın o çiftliklerde köylü için tohum üretildi, damızlık hayvan üretimi yapıldı yani üretimi destekleyecek gerekli hamleler yapılmıştı. Bizim bunları bilmemiz istenmiyor. Şimdilerde o dönemin kazanımlarına ilişkin çirkin kara propagandanın en kötü biçimi yapılıyor. Dikkat edin Atatürk Orman çiftliği yok ediliyor. Yani Mustafa Kemalden ne kalırsa yok etmek istiyorlar.
“ Karşı Devrim 1945’ten İtibaren Başladı”
Zaten 1945’lerden itibaren başlayan bir geriye gidiş söz konusu. Ben ona karşı devrim diyorum. 1949 senesinde dönemin Başbakanı Şemsettin Günaltay’ın bir konuşması var. Galiba Demokrat Parti milletvekilleri eleştiride bulunmuş ve ona istinaden bir cevap veriyor. Diyor ki; İmam hatipleri biz kurduk, İlahiyat fakültelerini de biz kurduk siz kimi suçluyorsunuz diyor. Değişen pek bir şey olmamış Cumhuriyet Halk Partisi'nde. Demokrat Parti iktidara geldiğinde ise bütün yolların kendisine açık olduğunu fark etmiş. Nasıl fark etmiş Amerika ile dört büyük antlaşma yapılmış. Bunlar sırasıyla; 45, 46, 47, 49 antlaşmaları. Bu Türkiye’deki karşı devrim hareketinin ivme kazanarak ilerlemesinin temeli sayılabilir. Demokrat Parti o açı içerisinde ilerleyerek daha geniş bir alan yarattı kendisine. Daha sonra takipçisi olan Adalet Partisi ve günümüze kadar gelen sağ iktidarlar Amerika’ya tam bağımlılığı sağladılar.
“Sol Kesimde Yaratılan Mustafa Kemal Düşmanlığı Bu süreci Hızlandırdı”
Tüm bunların yanında sol cenahında devşirilmesi sorunu ile karşı karşıyayız. Anlamsız bir biçimde Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı yaratıldı. Bu düşmanlık karşı devrim sürecini hızlandırdı. Bazen akla mantığa sığmayan eleştirilerle karşılaşıyorum. Mustafa Kemal burjuvaydı vs. gibi şeyler. Evet Mustafa Kemal küçük burjuvaydı. Ancak Sovyet devriminin öncüleri için de aynı tespiti yapmak zorundayız. Lenin de ve diğer polit büro üyeleri Troçki gibi isimlerde küçük burjuva karaktere sahip kişiliklerdi. Maalesef Mustafa Kemal’i tanıyamadığımız için ona yönelik doğru eleştirilerde geliştiremiyoruz. Mustafa Kemal başlı başına bir fenomen. Bana kalırsa bir düşünce adamı. Sol kesim Mustafa Kemal’in Anti emperyalist karakterini ve tavrını sahiplenmek zorundadır. Aksi yönde atılacak her türden adım emperyalistlerin ve içerideki komprador sınıfların işine yarayacaktır.
“Atatürk’ün Tüm Eserlerini Bastığı İçin Doğu Perinçek Yüceltilmeye Değerdir”
Başka bir can alıcı konu iste Atatürk’ün bütün eserlerini Türk Tarih Kurumu yerine Doğu Perinçek’in basmış olmasıdır. Sırf bunu yapmış olması bile Doğu Perinçek’i yüceltmeye yeter bence. Türk Tarih Kurumu ve Askeri Tarih Kurumu bunlar neden görevini yapmıyor? Bu duruma anlam vermekte zorlanıyorum. Umarım Türk toplumu Mustafa Kemal’i unutmadan gerekli hamleler yapılabilir. Çünkü benim en büyük korkum o bizim gücümüz yetmez belirli şeyleri yapmaya bunun için Devlet’in gücü olmak zorunda. Muhafazakârlık hakkında ise fazla bir şey ifade etmeye gerek yok. Dönem dönem bazı düşünce biçimleri yükselebilir. Tüm bunların yıkıcı etkileri olsa da şunu kesinlikle unutmamalıyız; Lenin de Mustafa Kemal de kim reddederse etsin onlar öyle temel varlıklar kolay kolay ortadan kalkacakları yok.
Tarihin izinde koşuşturan bir delikanlı olarak genç nesle neler tavsiye etmek istersiniz?
Öncelikle Mustafa Kemal’i tanımalarını ve o dönemin tahlilini çok iyi yapmalarını tavsiye ederim. Genç nesil o dönemi çok iyi tanımadan geleceği yorumlayamaz. Bir tavsiyemde eğitim sisteminin kendilerine biçtiği kabuğu kırmaları yolunda olacak. Üniversiteye kadar olarak kurgulanan o sürecin mutlaka dışına çıksınlar. Çok okusunlar ve çok geniş bir literatür taraması yapsınlar. Aksi takdirde toplum giderek geriliyor. O geriye gidiş bizi yok edecek noktaya varmış durumda. Birde Emperyalizmin ne manaya geldiğini çok iyi öğrensinler. Yunanca Ahtapot sekiz kollu demektir. Bunun sekiz kolu değil binlerce kolu var. Gençler en ufak zamanlarını dahi boşa harcamamalı akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlar gibi uyaranlardan muhakkak uzak durmalılar. Gençler bu araçlara kilitlenip kalıyorlar kanımca emperyalizmin en tehlikeli araçları bunlar. Tamamen iletişimsiz kalalım ve teknolojiyi yok sayalım demiyorum. Sadece bizi kitaplardan ve bilinç dünyamızı geliştirebilecek pek çok kaynaktan alıkoyan bu araçlara karşı dikkatli olmakta fayda var. Kısacası genç nesil tek bir ideolojiye saplanıp kalmamalı, her felsefeyi ve düşünce sistemini merak edip çok araştırma yapmalı ve kitap okumalı.
Çağdaş Gökbel / ABC Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder