Bana bakın ve ibret alın!’’
Zamanın birinde bir Allah dostu şimdiki tabirle sayfiyye denilen yazlıkların olduğu bir sahil kasabasına gider. Orada dolaşırken boylu poslu bir adam görür kolunun biri yok… birkaç gün takip eder bu adamı ve her gün ‘’ey ahali! Bana bakın ve ibret alın!’’ diye bağırmasına dikkat eder, gidip sorar. Yahu hayırdır niye her gün böyle ibret alın diye bağırarak geziyorsun? Adam başlar anlatmaya: ben zamanında şu gördüğün sahilin güvenlik şefiydim, buralar benden sorulurdu, her şeyi ben kontrol ederdim elimde sopam belimde silahım teftiş ederdim. Derken bir gün yine böyle dolaşırken sahilde bir adam gördüm zayıf çelimsiz balık tutuyor. Gittim yanına baktım ki iki balık tutmuş. Dedim ki, o balıklardan birini bana vereceksin! Adam:’’ olmaz. Ben bu tuttuğum balıklarla evimi geçindiriyorum ticaret maksatlı da yapmıyorum. Zaten tuttuğumda şunun şurasında iki balık, bana zulmetme veremem sana.’’ Dedi. Ben ise ısrar ettim vermeyince iki sopa vurdum zorla aldım balığın birini. Eve doğru giderken yolda balık benim parmağımı ısırdı eve bu halde gittim balığın dişlerinden kurtardım parmağımı ve balığı tavaya koyduk pişirecekken bir de baktım tava kan oldu. O vakit benimde parmağım şişmeye durdu dayanamayıp doktora gittim. Doktor: ‘’bu parmak kangren olmuş kesmek gerek.’’ Dedi. Nihayetinde parmağı kestiler. Sonra elim şişti doktor bu defa: mikrop ele de sıçramış elide kesmemiz gerekiyor. Dedi. Elimi de kestiler sonra kolum şişti yine gittim doktora ve doktor: bu mikrop kola da sıçramış kol kangren. Kesmemiz gerekiyor. dedi ve kolumu da kestiler. Çok geçmeden göğsüm şişmeye başladı, o zaman anladım ki ben öleceğim kurtuluşum yok. Ayrıldım gittim evden dolaştım bir ağacın altında ağlıyordum ki biri geldi ve dedi ki, ‘’a gafil adam hiç akıl etmez misin, niye bu haldesin? Bir düşünüp seni bu hâle koyandan bir helâllik istemez misin? ‘’ bunu duyunca aklım başıma geldi ve kalkıp o balıkçıyı buldum. Selam verdim ve beni tanıyıp tanımadığını sordum. Balıkçı: seni tanıdım. Ama koluna ne oldu? Deyince anlattım durumu, helâllik istedim. Balıkçı: bu çok ağır olmuş, gel hele bir bize gidelim. Dedi ve evlerine gittik. Evinin bir köşesinden bir küp çıkardı. İçinde otuz bin akçe varmış. On binini verdi ve dedi ki, eğer kolun sağlam olsaydı çalışır para kazanırdın ama şimdi çalışamazsın. Bu onun nafakası olsun dedi. Sonra on bin akçe daha verdi ve ekledi: eğer sen çalışabilseydin çoluğuna çocuğuna hediyeler alırdın sevindirirdin ama şimdi onu da yapamazsın. Bu on bin akçe de onun için olsun. Sonra kalan on bin akçeyi de verdi ve dedi ki, eğer çalışabilseydin sadakanı da verir, belki hayır işlerdin. Şimdi onu da yapamazsın dedi ve son on bin akçeyi de verdi. Ardından sarılıp helâlleştik. Ardından sordum ve sen ne diye beddua ettin de ben bu hâle düştüm? Balıkçı: sen benim elimden balığımı zorla alıp gittiğinde dedim ki Allah’a, Allah’ım bu adam benden güçlü, kuvvetli. Onu öyle yaratmışsın, beni ise zayıf ve güçsüz yarattın. O adam benim rızkımı zorla aldı ve sen bana o zaman da yardım etmedin, o adama karşı koyamadım. Şimdi ona öyle bir musibet ver ki âleme ibret olsun! Dedi. İşin hakikatini o zaman anladım. Bir süre sonra göğsümde indi, iyileştim
ama kolumun biri yok... işte benim âleme ibretliğim ordan kalmadır efendi…
Okuduysanız Paylaşalım bu güzel kıssayı herkes okusun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder